‘’Sıkı dur sayın Erdoğan, Başbakan geliyor…’’

GERİ DÖN

Grup Konuşmaları

‘’Sıkı dur sayın Erdoğan, Başbakan geliyor…’’

Genel Başkanımız sayın Meral Akşener grup toplantısında;

Sayın Erdoğan’ın; “Muhalefet, Türkiye’nin bu salgın sürecini çok daha başarılı bir şekilde yönetmesini sağlayacak tek bir teklif dahi getirmedi.” sözlerine ilişkin sayın Erdoğan’ın hafızasını tazelemek adına pandemiden önce ve pandemi sürecinde yaptığı önerilerini tekrar hatırlatırken; ‘Kendisine B vitaminini ihmal etmemesini ve basketbol oynamaya çalışmak yerine Sudoku çözmesini tavsiye ediyorum. Çünkü basketteki düşük sayı ortalamasının aksine bir cumhurbaşkanının yaşadığı hafıza problemi millî bir meseledir.’’ dedi.

Genel Başkanımız Meral Akşener, dünyada büyüyen küresel enerji krizini konuşurken ülkemizdeki duruma da dikkat çekti. BOTAŞ’ın 20 kargo sıvılaştırılmış doğal gaz alımının 1.000 metreküpünün 1.300 dolardan daha pahalı biçimde yaptığını, Almanya ve Bulgaristan’ın aynı gazı Türkiye’den daha ucuza aldığını söylerken; ‘’Bu iki ülkenin Rusya ile arası bizden daha mı iyi? Biz bu doğal gazı Putin’le kurduğun kankalığa rağmen neden bu kadar fahiş bir fiyata alıyoruz? Almanya ve Bulgaristan bu gazı yarı yarıya ucuza alırken biz göz göre göre niye soyuluyoruz? Söylesene sayın Erdoğan, biz bu dost kazığını niye yiyoruz?’’ diye konuştu.

Genel Başkanımız Meral Akşener, Akköprü Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nden sonra Ordu’daki Topçam Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin de özelleştirilmesine ilişkin; ‘’ Özelleştirme adı altında ihya ettiğin şirketler ödemesini geciktirdiği için tam da suya ihtiyacı olan zamanda çiftçimizin elektriğini kesmedi mi? Âdeta; ‘’Patron çıldırdı.” şeklinde ne var ne yok satma merakın çiftçimizi iflas ettirmedi mi? Artan gıda fiyatları yüzünden vatandaşlarımızın alım gücü tükenmedi mi?’’ diye konuştu.

Genel Başkanımız sayın Meral Akşener, sayın Erdoğan’ın 6 yıl gecikmeli kararıyla Paris İklim Anlaşması’nı onaylamasına ilişkin; ‘’Ne değişti de sayın Erdoğan bir anda 180 derece dönmeye karar verdi? Aslında Paris İklim Anlaşması’nın ne bizim Doğu Akdeniz’deki hedeflerimizle ne de Türkiye üzerinde oynanan o büyük oyunlarla ilgisi zaten yoktu. Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde sayın Erdoğan’ın etrafa şirin gözükmesi gerekiyordu. O da ata ata böyle bir adım attı. Bu kadar basit ve tüm bu yalpalamanın sonucunda sayın Erdoğan’ın kişisel kaprisleri yüzünden memleketimizin çok önemli 6 yılı heba oldu. Ama madem anlaşma onaylandı. O zaman buradan kendisine bazı sorular sormak istiyorum. Sayın Erdoğan, bu anlaşmanın gerekliliklerinin farkındasın değil mi? İklim krizi şakaya gelmez. “Mış” gibi yapmaya hiç gelmez. Öyle hemen her işte yaptığın gibi; ‘’Dostlar alışverişte görsün.’’ mantığıyla, bakanlık ismi değiştirmekle iş bitmez.’’ dedi.

Genel Başkanımız Meral Akşener, Organize Sanayi Bölgelerine yönelik yasa tasarısına dair; ‘’Bu yasa tasarısında OSB yönetiminin kamuya bırakılması gibi bir durum söz konusu. Bugün sayın Erdoğan’ın çelişkilerle dolu zihin dünyasında âdeta bir yolculuk yapıyoruz. Çünkü kendisi bir yandan devletin stratejik kurumlarını özelleştirme adı altında satıp savarken; diğer yandan da tüm zorluklara rağmen azimle ve inatla üreten sanayicimize çökmeye çalışıyor. Nerede bir başarı varsa gidip çöküyor. Başarılı olan devletin kurumuysa satıyor. Başarılı olan özel sektörse gidip tepesine çöküyor.’’ diye konuştu.

Genel Başkanımız; sanayicimizin, girişimcimizin, yatırımcımızın sorunlarının çözümü için İYİ Sanayi Yaklaşımı’na dair çözüm önerilerini ve planlarını anlattı.

Her hafta Milletin Kürsüsü’nde dezavantajlı grupların sözcüsünü kürsüde konu eden Genel Başkanımız sözü, Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki sanayicilerimizin sesi olmak için Erkan Yıldırım’a verdi.

Grup Toplantımızın tamamı...

Grup Konuşması Tam Metni:

Aziz Milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Bugün, Ankara’mızın başkent oluşunun yıl dönümü…

Bu güzel günde, bize Cumhuriyetimizi armağan eden,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve tüm istiklal kahramanlarımızı, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.

Allah onlardan razı olsun.

Öte yandan geçtiğimiz Pazar günü ise bir büyük acının, 10 Ekim, Ankara Tren Garı Terör Saldırısı’nın, yıl dönümüydü.

Buradan, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Cenabıhak milletimizi, memleketimizi böyle acılardan korusun.

Sayın Erdoğan, geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı.

Dedi ki; “Muhalefet Türkiye’nin bu salgın sürecini çok daha başarılı bir şekilde yönetmesini sağlayacak tek bir teklif dahi getirmedi.”

Aynen böyle dedi.

Gerçekten şaka gibi.

Sayın Erdoğan belli ki artık sürmenaj olmuş durumdasın.

Belli ki aynı partin gibi artık sen de tükenmişlik yaşıyorsun.

Belli ki bu ucube sistemin sırtına bindirdiği yükten artık yorulmuşsun.

O nedenle konuşmamın başında, sorumlu muhalefet anlayışımız gereği hafızanı tazelemek adına sana bazı şeyleri hatırlatmak istiyorum.

Mesela 11 Şubat 2020’de yani ülkemizde henüz ilk vaka görülmeden önce; “Olası bir salgında gereken önlemleri aldınız mı? Maske, serum ve ilaç stoku yapılıyor mu? Aşı konusunda herhangi bir kurum çalışma yapıyor mu?” sorularını sana kim sordu?

Mesela pandeminin ilk günlerinde; “En az 2 hafta karantina ilan edin. Bu iş kontrolden çıkıyor.’’ diyerek seni kim uyardı?

Mesela Meclis’te küçük ortağınla birlikte reddettiğiniz; “Pandemi nedeniyle iş yerini kapatmak zorunda kalan işletmelere 2021 yılı bütçesinde ödenek konsun.

Esnafımıza 6 ay süreyle aylık 2 bin lira destek ödemesi yapılsın.” önerilerini sana kim getirdi?

Mesela aşı planlamasının ilk zamanlarında; “Bulaş zincirini kırabilmenin en önemli hamlelerinden biri, işe toplu taşımayla gidip gelmek zorunda olan 19-50 yaş arasındaki dar gelirli vatandaşlarımızın öncelikli olarak aşılanmasıdır.” teklifini sana kim yaptı?

Mesela 28 Nisan 2021’de, kapandığımız dönemde; “Mücbir sebep ilan ederek beyanname ve vergi yükümlülüklerini, kredi takip başlangıçlarını ve yapılandırma ödemelerini 1 ay daha uzatın.

Esnaf için kira stopajını sıfırlayın.

Mayıs sonuna kadar icra takipleri dursun. Çek ve senetler yazılmasın.

Nisan ve Mayıs ayı elektrik fatura ödemelerini takip eden 6 aya yayın.

Hanelere kişi başına 500 lira hibe desteği, esnaflarımıza da çalışan başına 10 bin lira faizsiz ve 1 yıl geri ödemesiz kredi verin.”

Sana kim çözüm yolu sundu?

Bunları diyerek bu çözüm yollarını kim sundu?

Değerli milletvekilleri, liste daha uzayıp gidiyor.

Her seferinde; “Bizim çözüm önerilerimiz mirî maldır.

Alın, uygulayın.

Yeter ki milletimizin çilesi bitsin. Memleket düze çıksın.” dedik.

Ama maalesef sayın Erdoğan şimdi bunları hatırlamakta güçlük çekiyor.

Bu vesileyle kendisine B vitaminini ihmal etmemesini ve basketbol oynamaya çalışmak yerine, Sudoku çözmesini tavsiye ediyorum.

Sudoku çok iyi.

Tecrübeyle sabit.

Bizim evde çözen var.

Çünkü basketteki düşük sayı ortalamasının aksine bir cumhurbaşkanının yaşadığı hafıza problemi millî bir meseledir.

Küresel bir enerji krizi tüm dünyada hızlı bir şekilde büyüyor.

Doğal gaz, kömür ve elektrik fiyatları rekor üstüne rekor kırarken; uzmanlar krizin Aralık, Ocak ve Şubat aylarında daha da büyüyerek devam edeceğini söylüyor.

Pandemi döneminde alınan tedbirler sonucunda tüm dünyada enerji ihtiyacı azalmıştı.

Şimdilerdeyse bunun tam tersi bir durum yaşanıyor.

Normalleşen piyasalar ve üretim sektörü eskisinden daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor.

Dolayısıyla enerji üretim sektörü ve ham madde üreticileri böylesine bir talebi karşılamaya yetişemiyor.

Peki, dünya kapıdaki enerji krizini konuşurken büyük ekonomist ve dış politika duayeni sayın Erdoğan ve arkadaşları ne yapıyor?

Gelin beraber bakalım.

Sayın Erdoğan’ın artık alametifarikası hâline gelen kaybetme garantili oyun kurma dehasının sonuçlarını enerji fiyatlarında da görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde BOTAŞ 20 kargo sıvılaştırılmış doğal gaz alımının bir kısmını, 1.000 metreküpünün 1.300 dolardan daha pahalı olacağı biçimde yaptı.

Biz de doğal olarak; ‘’Başkaları ne durumda?’’ diye şöyle bir baktık.

Çok ilginç.

Mesela Almanya ve Bulgaristan aynı gazı, aynı yerden yani Rusya’dan alıyor.

Ama nedense bizim aldığımızdan %40, %50 civarında daha ucuza alıyor.

Peki, bizim aldığımız gaz daha mı kaliteli?

Hayır.

Peki, biz bu ülkelerden daha mı zenginiz?

Maalesef istatistikler ortada.

Almanya ve Bulgaristan’ın kişi başına düşen millî geliri bizden daha yüksek.

Peki sizce bu iki ülkenin Rusya ile arası bizden daha mı iyi?

Gördüğüm kadarıyla o da hayır.

Henüz bu ülkelerin yöneticilerinin ağzından; “Dostum Putin” çıktığını duymadık.

Nitekim birlikte dondurma tadımı yaptıklarını da görmedik.

O nedenle hiç sanmıyorum.

Nükleer enerji programını Rusya’ya bağlayan da, S400’lere talip olan da; “Gel sınırlarımızdan boru hattı geçir.” diyen de biziz.

Ukrayna’dan doğal gaz akışı sağlayan 14 milyar metreküplük Batı Hattı’nı iptal edip doğal gaz ithalatında Rusya’ya daha da bağımlı hâle gelen yine biziz.

Bu işte sizce de bir gariplik yok mu arkadaşlar?

Olmaz mı? Var tabii.

Ben de doğal olarak buradan sormak istiyorum.

Hayırdır sayın Erdoğan?

Biz bu doğal gazı Putin’le kurduğun kankalığa rağmen neden bu kadar fahiş bir fiyata alıyoruz?

Almanya ve Bulgaristan bu gazı yarı yarıya ucuza alırken biz göz göre göre niye soyuluyoruz?

Söylesene sayın Erdoğan, biz bu dost kazığını niye yiyoruz?

Doğal gazda yenen bu kazık, Türkiye’nin sayın Erdoğan ve arkadaşları eliyle içine sokulduğu devlet krizinin bir yansımasıdır.

Nitekim bir başka yansımasını da sayın Erdoğan’ın bir yandan; “Enerji stratejik öneme sahiptir.” derken diğer yandan da stratejik öneme sahip birçok şirketimizi âdeta bir müflis tüccar edasıyla satmaya çalışmasında gözlemliyoruz.

2003’ten 2020’ye kadar tam 62.3 milyar dolarlık özelleştirme yapıp stratejik öneme sahip birçok şirketimizi yok pahasına satan ve bu parayı da çatır çatır yiyen bu iktidar, şimdi de gözünü barajlarımıza ve hidroelektrik santrallerimize dikti.

Akköprü Barajı ve Hidroelektrik Santrali ile başlayan satış furyasına şimdi de Ordu’daki Topçam Barajı ve Hidroelektrik Santrali eklendi.

Sayın Erdoğan şimdiye kadar enerji dağıtımını özelleştirdin de ne oldu?

Özelleştirme adı altında ihya ettiğin şirketler ödemesini geciktirdiği için tam da suya ihtiyacı olan zamanda çiftçimizin elektriğini kesmedi mi?

Âdeta; ‘’Patron çıldırdı.” şeklinde ne var ne yok satma merakın çiftçimizi iflas ettirmedi mi?

Artan gıda fiyatları yüzünden vatandaşlarımızın alım gücü tükenmedi mi?

Yazıktır, günahtır.

Milletimize ettiğin bu kötülükler sana yetmiyor mu sayın Erdoğan?

Belli ki yetmiyor.

Şimdi de çıkmışsın.

Daha tehlikeli bir işe kalkışıp ülkemizin çok önemli 2 kurumu olan Türkiye Petrollerini ve BOTAŞ’ı yandaşlarına ve sözüm ona savaş açtığın küresel sermayeye, hani faiz lobisine göz göre göre peşkeş çekmeye kalkıyorsun.

Aklınca bunu da şahsi şirketin bellediğin Varlık Fonu üzerinden yapacaksın.

Ama sen her ne kadar kapalı kapılar arkasında iş çevirip bu 2 şirketimizin pazarlığını milletimizden gizlemek istesen de olan biten her şey ortada.

Yazıklar olsun.

Sayın Erdoğan BOTAŞ’ı ticari, international ve altyapı olarak 3 ayrı şirkete bölüp Ticari AŞ ve International AŞ’nin hisselerini aynı Türk Telekom özelleştirmesinde olduğu gibi yaranmak istediği yabancı sermayeye satmak istiyor.

Altyapı AŞ’yi de BOTAŞ’ın tüm borçlarını üstlenen bir kamu kuruluşu hâline getirip bunun maliyetini de milletimizin sırtına yıkmak istiyor.

Tezgâha bakar mısınız?

Buna benzer bir başka tezgâh da Türkiye Petrollerinde yaşanıyor.

Türkiye’nin petrol ihtiyacının yaklaşık onda birini sağlayan bu millî şirketimiz de sayın Erdoğan’ın özel ilgi alanına girmiş görünüyor.

BOTAŞ’taki durum Türkiye Petrolleri için de geçerli.

Sayın Erdoğan ve arkadaşları onu da aynı BOTAŞ gibi sessizce Varlık Fonu’na katıp satacaklar.

Rant sevdasına bakar mısınız?

Vizyonsuzluğa bakar mısınız?

Gayrı millîliğe bakar mısınız?

Zilletliğe bakar mısınız?

Kafkaslardan gelecek potansiyel yeni boru hattı projelerini zaten geçtim.

Ama Doğu Akdeniz’deki İsrail gazının taşınması tartışılırken iktidar, BOTAŞ’ı parçalayıp satmanın peşinde.

Dünya enerji krizini tartışırken iktidar, Karadeniz’de doğal gaz bulan Türkiye Petrollerini satmanın peşinde.

Allah sonumuzu hayreylesin.

Sayın Erdoğan, petrol ve doğal gaz üretiminin devlet kontrolünden çıkması milletimizin çıkarlarına aykırıdır.

Enerji kaynaklarının ülkeler için en değerli varlıklara dönüştüğü günümüzde yabancı sermayeye yaranmak, yandaşlarına da rant sağlamak için attığın bu adımlar Türkiye için bir millî güvenlik sorunudur.

Tekrar söyleyeyim.

Türkiye için bir millî güvenlik sorunudur.

‘’Beka beka’’ deyip geziyorsunuz.

Ahan da işte burasıdır.

Böyle sorumsuzluk olmaz.

Böyle iş bilmezlik, böyle ciddiyetsizlik olmaz.

Böyle devlet yönetilmez.

Millî çıkarlarımızı bu şekilde tehlikeye atamazsın.

Bitmek bilmeyen rant sevdan uğruna sadece bizlerin değil, çocuklarımızın ve torunlarımızın da geleceğine ipotek koyamazsın.

Koymaya kalkıştığın zaman da bunların iktidar değişiminde bütün bu yapılan gayrı millî adımların iptal edileceğini bugünden alacaklara da vereceklere de duyurmanın sorumluluğunu taşıyorum.

Buradan seni uyarıyorum.

Gel, giderayak böyle bir stratejik hatayı yapma.

Bu şuursuz planlarından acilen vazgeç.

Bil ki aklı ve sağduyuyu dinlemezsen ve her zamanki gibi inat edersen er ya da geç o sandık geldiğinde millete kafa tutmanın hesabını gider milletimize verirsin.

Sonra söylemedi deme.

Uzunca bir süredir bu kürsüden; “Enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmak için yenilenebilir enerjiye yatırım yapalım.” diyoruz.

Bu doğrultudaki projelerimizi, önerilerimizi anlatıyoruz.

Ama iktidar oralı bile olmuyordu ki nihayet geçen hafta sayın Erdoğan’ın 6 yıl gecikmeli kararıyla Paris İklim Anlaşması Meclis’imizde onaylandı.

Hatırlayın.

Biz; “Paris İklim Anlaşması’nı acilen onaylayın.” dediğimizde; “Paris Anlaşması’nı temel alıp Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerimizi hedef alacaklar. Türkiye daha zor durumda kalacak.” demişlerdi.

Peki ne değişti de sayın Erdoğan bir anda 180 derece dönmeye karar verdi?

Aslında Paris İklim Anlaşması’nın ne bizim Doğu Akdeniz’deki hedeflerimizle ne de Türkiye üzerinde oynanan o büyük oyunlarla ilgisi zaten yoktu.

Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde sayın Erdoğan’ın etrafa şirin gözükmesi gerekiyordu.

O da ata ata böyle bir adım attı.

Bu kadar basit ve tüm bu yalpalamanın sonucunda sayın Erdoğan’ın kişisel kaprisleri yüzünden memleketimizin çok önemli 6 yılı heba oldu.

Ne diyelim?

Geç olsun, güç olmasın.

Ama madem anlaşma onaylandı.

O zaman buradan kendisine bazı sorular sormak istiyorum.

Sayın Erdoğan bu anlaşmanın gerekliliklerinin farkındasın değil mi?

İklim krizi şakaya gelmez.

“Mış” gibi yapmaya hiç gelmez.

Öyle hemen her işte yaptığın gibi; ‘’Dostlar alışverişte görsün.’’ mantığıyla, bakanlık ismi değiştirmekle iş bitmez.

Biliyorsun değil mi?

Mesela biz iktidara geldiğimizde elektrikli araçlardaki ÖTV’yi sıfırlayacağız.

Peki ya sen elektrikli araçlardan 3 kat fazla vergi almaya devam edecek misin?

Mesela biz sulamada teknoloji dönüşümü ve Tarım 4.0 ile tarımı ayağa kaldıracağız.

Peki ya sen Konya’da açılan dev obrukları kapatabilecek misin?

Mesela biz Türkiye’nin enerjisinin yarıdan fazlasını yenilenebilir enerjiden sağlayacağız.

Peki ya sen dere yataklarına HES kurmaktan vazgeçecek misin?

Mesela biz şirketlerin yeşil ekonomik dönüşüme uyum sağlaması için teşvikler vereceğiz.

Peki ya sen 5 müteahhidini semirtmekten vazgeçirebilecek misin?

Mesela biz müfredata doğa ve hayvan sevgisine yönelik dersler koyacağız.

Peki ya sen yangında telef olan canlara; “Beyaz et” demeye devam edecek misin?

Mesela biz yeni bir su politikasıyla tüketime yönelik farkındalığımızı ve verimliliğimizi arttıracağız.

Peki ya sen Katar’la yaptığın su mutabakatına son verebilecek misin?

Mesela biz milletimize musluklardan tertemiz su içireceğiz.

Peki ya sen ağır metallerle milletimizi zehirlemeyi sürdürecek misin?

Mesela biz doğa ve kültür turizmini yeniden canlandıracağız.

Peki ya sen doğamızı katleden Kanal İstanbul saçmalığından vazgeçecek misin?

Mesela biz döngüsel ekonomiyle Türkiye’nin çöpünden enerji üreteceğiz.

Peki ya sen Avrupa’nın çöp deposu olmaktan vazgeçecek misin?

Şimdiye kadarki icraatlarına ve sergilediğin doğa sevgisi tablosuna bakınca maalesef hiç de olası görünmüyor.

Varsın olsun.

Biz varız.

Biz buradayız.

Bizim için Türkiye’nin doğasını koruyarak kalkınması mümkün.

Yeşil Ekonomik Dönüşüm Programı’mızla güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye ulaşmamız mümkün.

Üstelik bu artık sadece bir tercih meselesi değil.

İlk sandıkta sayın Erdoğan ve bu ucube sistemi gidecek.

Milletimizden yetkiyi alacağız ve Türkiye İyileşecek!

Herkesin içi rahat olsun.

Her zaman olduğu gibi bu hafta da iktidar kürsülerden atıp tutmayı tercih ederken biz milletimizin dertlerini dinlemeyi tercih ettik.

Onlar salon toplantılarında kendileri çalıp kendileri oynarken biz Adıyaman sokaklarında; kadınların, esnafın, üreticilerin, gençlerin misafiri olduk.

Kahta’da girdiğim 10 dükkândan 6’sı daha siftahını bile yapmamıştı.

Üstelik kalan dükkânlardan 2’sinin siftahı da sadece 20 liraydı.

Gerçi sayın Erdoğan için son dönemlerde 20 lira büyük bir para hâline geldi.

Biliyorsunuz, kendisi her fırsatta günlük 20 lira eden 650 liralık öğrenci kredisini gençlerimizin başına kakıp duruyor.

Bir yanda 5-10 maaşlı danışmanlar, diğer yanda günde 20 lirayla geçinmeye çalışan esnafımız, gençlerimiz ve emeklilerimiz.

Gerçekten ibretlik.

Ayıptır, günahtır.

Yazıklar olsun.

Adıyaman’da karşılaştığım vatandaşlarımızın iktidara bazı soruları oldu.

Malum kendi teşkilatları insan içine çıkamadığı için ben buradan aracılık edip milletimiz adına bu soruları bizzat sayın Erdoğan’a yöneltmek istiyorum.

Bakalım bir cevap verebilecek mi, verebilecek mi?

Adıyamanlı genç bir kardeşim; “Elektriğe, doğal gaza zam geldi.

Hükûmetin haberi var mı bu zamlardan?” diye soruyor.

Bıyık altından böyle hafifçe acı bir gülüş yaparak soruyor.

Badem üreticisi bir kardeşim; “Elimizi taşın altına koyduk. Sıfırdan girdik biz bu işe.

Geçen sene 14 ton gübreyi 34 bin liraya aldım, kullandım.

Bu sene aynısını alsam 92 bin lira para tutuyor.

Türkiye’nin badem ihtiyacının %30’unu, %40’ını biz karşılayabiliriz.

Ama ürünlerimiz elimizde kalıyor, dışarıdan badem geliyor.

Biz yanlış bir şey mi yaptık?” diye soruyor.

1.500 lira maaş alan emeklimiz; “Burada sadece kira parası 1.500 lira. Geçinemiyorum.

Kimisi 1.500 lira maaş alıyor emeklilerin.

Kimisi 2.500 alıyor. Kafalar karışık.

Ben bütün primleri yatırmışım. O zaman ne hata yapmışım?” diye o emekli kardeşim bana soru soruyor.

Memur emeklisi Mahmut kardeşim; “Belediyeden emekliyim. 3 kızım var. Nereden geçineceğiz bu parayla? Kim geçiniyorsa söylesin.” diyor.

Üniversite öğrencisi bir gencimiz; “Tek başıma yaşıyorum.

950 lira kiram var.

650 lira kredi alıyorum.

Ben bu 650 lirayla nasıl geçineyim?

Gece 12’ye, 1’e kadar lokantada çalışıyorum.

Ne bir sosyal hayatım ne de bir yaşantım var.

Günlük 60 lira kazanıyorum.

Ben bu 60 lirayla ev kirası mı ödeyeyim?

Kendimi mi geçindireyim?

Ben devletimden medet ummayacaksam kimden medet umayım?” diyor.

Bu elimdeki işte şimdi.

Bu daha yaştı, kurudu.

Onun için çıkaramıyorum.

Söz verdim.

Bu elimdeki tütünü bana uzatan üretici kardeşim diyor ki; “Tütünü yasakladılar.

Biz şimdi nasıl yaşayacağız?

Biz şimdi neyle geçineceğiz?’’

Biraz fazla eken için onların söylediğini söylüyorum; ‘’Hapis cezaları veriliyor. Siz geleceksiniz inşallah. İktidar olacaksınız. Bu cezaları kaldıracak mısın?’’

Ben de; ‘’Elbette.’’ dedim hepimiz adına.

Sayın Erdoğan, ben tütüncülük yapan bir çiftçi ailesinin kızıyım.

Tütün ekmek için önce sabahın köründe kalkarsın.

Aksi taktirde fidenin zifti akar.

Yani en geç 4 buçukta o tarlada olursun.

Sonra çapalarsın.

Hem de 2 kere çapalarsın.

Sonra dibindeki çıkan o büyük yaprakları ayrıca kırarsın, kenara koyarsın.

Devamlı gider gelirsin.

Sonra büyür tütün.

Onu kırmaya başlarsın.

O da aşağıdan yukarı doğru çıkar.

Her biri ayrı bir sistemdir.

Sonra kırdığın yeşil yaprakları iğnelerle dizersin.

Özellikle küçük çocuklar hiç kalkmadan, o kupa deriz biz onun başına, onun üstünde oturur.

Yanında oturur.

O iğneler o kadar deler ki.

Elleriniz hem zift hem de yara olur.

Tütün böyle bir şeydir ve sonra asarsınız.

Vagon denilen şeylere asarsınız, aparatlara.

Orada kurutursunuz.

Sonra toplarsınız.

Evinizin bahçesinde kuyular açarsınız.

Bunun pastal deriz adına.

Bunun tam böyle çatır çatır kurumaması için o pastal yapacağınız tütünü, o kuyulara sarkıtırsınız, yumuşatırsınız.

Gece 1'e kadar aile fertlerinin tümü o gene kupanın başına oturur ve tek tek şunları şöyle üst üste getirir çile yaparsınız.

Adı da çiledir.

Aynı yapılan iş gibi çiledir, çile.

Sonra o çileleri denk yaparsınız.

Bunların hepsini köylü kendi yapar.

Denk yaparsınız.

Ondan sonra da satarsınız.

Ama o tütün paralarıyla köylü tarla alır, tarlasını genişletir.

Çocuğunu evlendirir, düğün yapar, eşyasını koyar, evine kat çıkar.

Evini hem de iyi bir şekilde, ferah bir şekilde geçindirir.

Yahu sayın Erdoğan ne istiyorsun bu üreticiden?

Bu köylüden ne istiyorsun kardeşim?

Seni desteklemekten hiç geri durmayan bu insanlardan ne istiyorsun?

Onları niye açlığa mahkûm ediyorsun?

Niye yokluğa mahkûm ediyorsun?

Ne için yapıyorsun?

Ama bu soruların muhatabı sensin, sen.

Şimdi bir hikâye vardır.

Çoğu insan bilir.

Böyle külliyedeki, bizdeki bu saray gibi değil.

Yola yakın bir sarayda kralın teki oturuyor.

Bir elma satan arabasının üstünü doldurmuş, elma satan birisi; ‘’Elma, elma.’’ diye bağırıyor.

İnsanlar da iştahla gelip elma alıyorlar.

Pencereden burayı seyreden kralın canı elma çekiyor.

‘’Herhâlde çok iyi ki herkes bu elmalardan almaya koşuyor.’’ diye.

Çağırıyor vezirini.

‘’Al’’ diyor; ‘’Şu 5 altını. Git çabuk bana elma getir.’’

Vezir çağırıyor ikinci veziri.

‘’Al şu 4 altını. Çabuk bana elma getir.’’

Küçük vezir çağırıyor şey komutanını, sarayı koruyan sistemin komutanını.

Ona diyor ki; ‘’Al sana 3 altın. Çabuk bana şey getir.’’

O da nöbetçilerin başını çağırıyor; ‘’Al sana 2 altın. Çabuk bana elma getir.’’

En son kapıda nöbet tutan kişiye gidiyor.

Diyor ki o kişi de; ‘’Al sana 1 altın. Çabuk bana elma getir.’’

O kapıdaki şahıs da gidiyor.

Önce sağlam bir şaplak atıyor köylünün, o elmayı satanın ensesine.

‘’Burasını sen’’ diyor; ‘’Dingo’nun ahırı mı sandın? Burası saray saray. Çabuk.’’ diyor.

‘’El koyuyorum.’’

Arabalara ve elmalara el koyuyor.

Sonra geliyor.

Diyor ki kendisine 1 altın verene; ‘’1 altına yarım araba şey elma.’’

Sonra o kendisine 2 altın verene diyor ki; ‘’Al sana bir çuval elma.’’

O bir üstüne gidiyor. Diyor ki; ‘’Al sana.’’ Komutana; ‘’Al sana bir torba elma.’’ o vezire.

En son vezir geliyor elinde 5 tane elma ve krala diyor ki; ‘’5 altına 5 elma.’’

Şimdi duruyor kral; ‘’Ulan ne oldu? Allah Allah. Bu nasıl pahalı bir elma? Tanesi 1 altın. Vatandaş da haldır haldır koşup alıyor. Ha…’’ diyor; ‘’Vatandaşın geliri çok yüksek. Onun için ben zam yapayım. Vergi koyayım.’’

Sarayın sistemi aynen böyle.

Bir de B vitamini ihtiyacını düşünün.

Sayın Erdoğan kürsüden eseceğine önce çık, bu sorulara cevap ver.

Veremezsin.

Anlattığın masallar, Adıyamanlı kardeşlerimin sorularına cevap olmuyor.

Bol bütçeli, lüks etkinliklerde caka satacağına önce git milletin derdini çöz.

Bak benden söylemesi.

Kısa zamanda çözdün çözdün.

Çözemedin koltuk gidiyor.

Haberin olsun.

Çünkü İYİ Parti, Allah şahit, gümbür gümbür geliyor.

Gittiğimiz her yerde Millet Bizi Çağırıyor.

Sandıkları patlatmaya, milletimizin iradesini yeniden iktidar yapmaya geliyoruz.

Ortaklarınla sürdüğünüzüz sefaya son verip hizmet nasıl yapılırmış, ülke nasıl yönetilirmiş cümle âleme göstermeye geliyoruz.

Bu ucube sistemin devri artık bitti.

Sıkı dur sayın Erdoğan, Başbakan geliyor.

Öyle ucube bir sistemle karşı karşıyayız ki.

Bugün sayın Erdoğan sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmiyor.

Aslında onu da yönetemiyor da hadi neyse…

Kendisi aynı zamanda şimdi bu saydıklarıma dikkat edin.

Bir kısmını, sadece bir kuple anlatacağım.

Varlık Fonu’nun başı olarak Ziraat Bankasını, Halkbank’ı, Vakıfbank’ı da o yönetiyor.

Borsa İstanbul’u da yönetiyor.

BOTAŞ’ı, Etimaden’i de yönetiyor.

Türk Hava Yolları’nı, Turkcell’i ve Türk Telekom’u da yönetiyor.

Kendisi kumara karşı ama şans oyunlarını da, at yarışlarını da o yönetiyor.

Şeker fabrikalarına gıcığı var.

Çay üreticilerine de gıcık ama.

Neredeyse düşman diyebiliriz.

TürkŞeker’i de, Çaykur’u da o yönetiyor.

Hatta ekonomiden gram anlamıyor.

Ama İstanbul Finans Merkezi’ni de yine o yönetiyor.

Evet, maalesef tüm bu kurumların imza yetkilisi sayın Erdoğan.

Şimdi de tüm bunlar yetmemiş olacak ki özel sektöre el attı.

Organize Sanayi Bölgelerini de kendine bağlamak istiyor.

Çünkü ülkemizde işleyen ve çalışabilen bir tek OSB’ler kalmıştı.

Onları da kendine bağlayıp kurutursa rahat edecek.

Biliyorsunuz, Organize Sanayi Bölgelerine yönelik bir yasa tasarısı var.

Bu yasa tasarısında OSB yönetiminin kamuya bırakılması gibi bir durum söz konusu.

Bugün sayın Erdoğan’ın çelişkilerle dolu zihin dünyasında âdeta bir yolculuk yapıyoruz.

Çünkü kendisi bir yandan devletin stratejik kurumlarını özelleştirme adı altında satıp savarken; diğer yandan da tüm zorluklara rağmen azimle ve inatla üreten sanayicimize çökmeye çalışıyor.

Arkadaş, bu arkadaş başarıya düşman.

Nerede bir başarı varsa gidip çöküyor.

Başarılı olan devletin kurumuysa satıyor.

Başarılı olan özel sektörse gidip tepesine çöküyor.

Gerçekten çok enteresan.

Biz İYİ Parti olarak ülkemizde üreten, istihdam sağlayan, geleceğimizi inşa eden sanayicimizi başımızın üstünde taşımaya hazırız.

Türkiye’nin geleceğinin de sanayimizi ileriye götürmekten geçtiğinin farkındayız.

Ülkemizde belki de en iyi işleyen yapılardan biri Organize Sanayi Bölgeleri’dir.

Peki iktidardakiler ne yapıyor?

“OSB’lerin eksiklerini nasıl tamamlarım?

Ekolojik rekabetçiliği yüksek bölgeleri nasıl inşa ederim?” diye düşüneceklerine OSB’leri kamulaştırmaya çalışıyorlar.

İbretlik gerçekten.

Sayın Erdoğan, o Organize Sanayi Bölgeleri senin ekonomideki tüm beceriksizliklerine rağmen büyüdüler.

Senin pandemi dönemindeki acizliğine rağmen 150 binin üzerinde istihdam sağladılar.

Sen elektriğe, doğal gaza zam üstüne zam yaparken onlar üretmeye devam ettiler.

Senin yandaşların ihale paralarını yurt dışına kaçırırken, Londra’da sokaklar satın alırken bu ülkeye, onlar bu ülkeye döviz soktular, döviz.

Yani ezcümle OSB’ler şimdiye kadar sen ve yandaşların işin içinde olmadığınız için başarılı oldular.

İşte o nedenle namusuyla, azmiyle, fedakârca üretim yapan sanayicilerimizin üzerinden elini çek arkadaş.

Organize Sanayi Bölgeleri’ni de rahat bırak.

Bırak da büyümeye ve ülkemizin yüz akı olmaya devam etsinler.

Peki biz ne yapacağız?

İYİ Parti olarak elbette İYİ bir sanayi politikası uygulayacağız.

İyi tam olarak bizim yaklaşımımızı temsil ediyor.

İlk İ iş birliğini, Y yatay politikaları, ikinci İ ise inovasyonu ve ilericiliği temsil ediyor.

Gelin, biraz daha açalım.

İlk İ’miz iş birliğiydi.

İş birliği kavramı ile kurumların, firmaların, farklı sektörlerin yani ekosistemin tüm bileşenlerinin uyum hâlinde çalışmasını kastediyoruz.

Sanayi politikası dediğimiz şey aslında; teknoloji, bilim, ticaret, rekabet, çevre ve istihdam gibi farklı başlıkları içeren bir çatı politika alanıdır.

Bu çatıyı oluşturmak için ilk olarak Sanayide Mekânsal Planlama anlayışını başlatacağız.

Ülkemizde çarpık şehir kentleşme sorunu çok, konuşuluyor da.

Ama çarpık ya da yanlış sanayi mekânlaşması problemimiz de var.

Bunun için yeni sanayi bölgesi oluşumlarında endüstriyel kent vizyonuyla hareket edecek mevcut sanayi bölgelerinin ise daha yeşil olmaları için gereken yenileme yatırımlarını yapacağız.

Sanayi politikasına mekânsal yaklaşımımızın ana bileşenlerinden biri de Endüstriyel Simbiyoz olacak.

Yani bir sektörün atıklarını ya da yan ürünlerini başka bir sektörün girdi olarak kullanmasını mümkün kılan bir planlama yapacak, bu yönde teşvikler tasarlayacağız.

Ayrıca yine iş birliği başlığımız kapsamında yeni teknolojileri, kamu-üniversite-özel sektör iş birliği mekanizmaları ile geliştireceğiz.

Bunun için de Almanya’daki Fraunhofer modelini esas alacağız.

İYİ Sanayi Yaklaşımı’mızın tam ortasında yatay politikalar yer alıyor.

Ak Parti iktidarında uygulanan yanlış politikalarla Ar-Ge yapma potansiyeli en yüksek firmalarımız bile müteahhitliğe soyundu.

Biz ise yatay sanayi politikası anlayışımızla sektörleri ayırmak yerine, her sektörde rekabetçi olmayı ve rekabetçi kalmayı sağlayacak yetkinlikleri geliştirmeye odaklanacağız.

Yani yatay alanlarda tüm sektörleri ilgilendiren ve iş ekosisteminin iyileşmesini amaçlayan aksiyonlar alacağız.

Peki, nedir bu yatay alanlar?

Mesela Sanayi 4.0 çözümlerinden faydalanmak ve rekabetçilik kaybı yaşamamak için dijital altyapıya yatırım yapacağız.

Mesela internet bağlantısını yaygınlaştırıp hızlandıracak, aynı zamanda siber güvenlik konularında hızlı çözümler üreteceğiz.

Mesela ulaştırma altyapısı yatırımlarımızı iller arası ticareti ve firmalarımızın dış pazarlara erişimini kolaylaştıracak şekilde çok modlu ve modlar arası taşımacılığa yönlendireceğiz ve en önemlisi de çalışanlarımıza mevcut mesleğinde farklı yetkinlikler kazandıracak meslek içi ve yüksek öğrenimi kapsayan köklü bir eğitim reformu gerçekleştireceğiz.

İYİ Sanayi Yaklaşımı’mızın son bileşeni ise inovasyon odaklı, ilerici bir politika anlayışı olacak.

Biz İYİ Pati iktidarında elinde sopayla firmalardan vergi toplayan, ceza kesen, yapılan bağışları beğenmeyen, istediği firmaya istediği teşviki veren bu adaletsiz kamu yönetimi anlayışını terk edip; firmaları yönlendiren, onlara danışmanlık hizmeti veren, kendini stratejik çözüm ortağı olarak konumlandıran Türkiye’ye yakışır bir kamu yönetimi anlayışına geçeceğiz.

Bunun için de eldeki tüm verileri kullanan dijital araçlar geliştireceğiz.

Teşvik programlarını tasarlarken de hem teşvik öncesi etki analizi yaparak daha etkili programlar tasarlayacağız hem de teşvik sonrası etki analizleri yaparak olası hatalardan ders almayı bileceğiz.

Vereceğimiz teşvikler hem tedarik zinciri boşlukları hem de illerimizin yetkinlikleri gözetilerek bölgesel bazda olacak, bölgesel bazda tasarlanacak.

Böylece daha dirençli tedarik zincirleri oluşturacağız.

İthal girdi bağımlılığını azaltacağız.

Sektörel çeşitlenme kanalıyla bölge ekonomilerinin kırılganlıklarını azaltıp istihdam olanaklarını artıracağız.

Biz sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınmanın özel sektörsüz olmayacağının farkındayız.

Biz sanayicimizin, girişimcimizin, yatırımcımızın sorunlarının farkındayız.

İşte o nedenle İYİ Parti iktidarında devlet girişimcilerin, üretmek ve istihdam sağlamak isteyenlerin hizmetinde olacak.

Yüce Allah şahit olsun ki İYİ Sanayi Yaklaşımı’mızla Cumhuriyet tarihimizin belki de en büyük sanayi kalkınmasına imza atacağız.

Türkiye’yi dış ticaret açığı veren bu sarmaldan çıkartıp teknoloji geliştiren, katma değerli ürün üreten bir üretim üssüne çevireceğiz.

Ama belki de en önemlisi biz insanların siyasi kimliğine değil; aklına, fikrine ve projelerine itibar edeceğiz.

Buradan sizlere söz veriyorum.

İYİ Parti’nin her zaman projeleri olacak.

İYİ Parti’nin her zaman çözümleri olacak.

İYİ Parti’nin her zaman destekleri olacak.

Ama İYİ Parti’nin hiçbir zaman kayırdığı yandaşları olmayacak.

Çünkü biz her daim haktan, her daim milletimizden yanayız.

Çünkü biz projeye değil, ranta karşıyız!

Çözüm üretmenin birinci koşulu dertleri bilmektir.

Sarayın duvarlarına hapsolursanız milletin ne derdi var bilemezsiniz.

Bilmediğiniz dertlere, derman da olamazsınız.

İktidarın aksine biz siyasetimizin merkezine milletimizi koyduğumuz için milletimizin dertlerini dinliyor ve çözümler üretiyoruz.

Nitekim her hafta Türkiye’nin önüne yeni çözümler koymaya devam edeceğiz.

Yalnız burada altını çizmek istediğim önemli bir nokta var.

Biz ortaya vaat koymuyoruz.

Biz çözüm üretiyoruz.

“Ben ÖTV’yi kaldıracağım.” dediğinizde bu bir vaattir.

“Ben vergileri düşüreceğim.” dediğinizde bu bir vaattir.

“Ben adil olacağım.” dediğinizde bu bir vaattir.

“Ben şeffaf olacağım.” dediğinizde bu bir vaattir.

Ama aynı Artagan Projesi’nde yaptığımız gibi ÖTV’yi hangi kaynakla, nasıl kaldıracağınızı; vergileri hangi kaynakla, nasıl düşüreceğinizi söylerseniz bunlar artık vaat olmaktan çıkar, çözüm olur.

Mesela aynı İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizde yaptığımız gibi kuvvetler ayrılığını, adaleti ve hesap verebilirliği nasıl sağlayacağınızı ortaya koyarsanız bunlar artık vaat olmaktan çıkar, çözüm olur.

Mesela; “Okullarda bütün öğrencilerin karnını doyuracağız.” demek bir vaattir.

Ama aynı Rüzgargülü Projemizde yaptığımız gibi 15 milyon öğrencimize kahvaltı ve öğle yemeği vermenin maliyetini ve faydalarını madde madde ölçüp ortaya koyarsanız 15 milyon öğrencinin sağlıklı beslenmesini sağlamak da artık bir vaat olmaktan çıkar, çözüm olur.

Mesela; “Sanayiye destek olacağım.” demek de yine bir vaattir.

Ancak bu desteği aynı bugün sunduğumuz İYİ Sanayi Yaklaşımı gibi somut bir planla ortaya koyarsanız bu da bir vaat olmaktan çıkar ve bir çözüm olur.

Ezcümle bizim siyaset anlayışımızda esas olan çözümdür.

Çünkü vaat bir niyet, çözüm ise gerçektir.

Milletimiz artık vaatlerden sıkıldı.

Tutulmayan sözlerle yeteri kadar oyalandı.

Milletimiz artık gerçekleri duymak istiyor.

Dertlerinin çözülmesini bekliyor.

İşte bu yüzden Millet Bizi Çağırıyor!

Türkiye’nin İYİ ve cesur insanları!

Şunu unutmayın ki iktidar olmak bir anlayış meselesidir.

İktidar olmak bir iddia meselesidir.

İktidar olmak bir çalışkanlık meselesidir ve Rabbime şükürler olsun ki İYİ Parti artık Türkiye’nin de facto iktidar partisidir.

Çünkü onlar milletin içine çıkamazken biz milletimizle omuz omuzayız.

Çünkü onlar hamasetle, gıybetle, iftirayla, hakaretle vakit öldürürken; biz çözümlerimizle, projelerimizle geliyoruz.

Çünkü onlar yan gelip yatarken biz canla başla milletimiz için çalışıyoruz, ayakkabılarımızı eskitiyoruz.

İşte o nedenle biz artık ufukta görünen seçimlere aynı iktidardaymışız gibi çalışarak girecek ve Allah’ın izni, milletimizin de teveccühüyle iktidar olarak çıkacağız.

Çünkü bizim ülkümüz milletimiz için adalet, bereket ve huzur ülküsüdür.

Bizim davamız; ‘’Cennet vatanımız, cennet kalsın.’’ davasıdır.

Bizim yolumuz hak yoludur, hakikat yoludur, millet yoludur.

Bizim yolumuz, Ömer’in yoludur!

Bu kutlu yolda Allah yar ve yardımcımız olsun.

Rabbim emeklerimizi ibadet saysın.