Grup Konuşmaları
"Adaletin saraya kapıkulu yapılmasına asla izin vermeyeceğiz!"
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, 15 Kasım Çarşamba günü TBMM grup toplantımızda;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, dünya ve tarih önünde ilan edilişinin 40’ıncı yıl dönümüne,
Atamızın ebediyete intikalinin 85’inci yılında Diyanet İşleri Başkanlığının Cuma hutbesinde Atamızı anmamasına,
Can Atalay davasının 8 Kasım itibarıyla bir Anayasa ve devlet krizine dönüşmesine,
Ekonomi politikalarındaki sözde normalleşmeye rağmen ülkemize hâlâ anlamlı bir para girişi olmayışına,
İktidarın yerel yönetim anlayışına ilişkin görüşlerimizi paylaştık.
İYİ Belediyecilik vizyonumuzu anlattık.
İYİ Parti’ye istikamet çizmeye kalkanlara; linçle, mobbingle, namertlikle bizi yolumuzdan döndürmek isteyenlere geçit vermeyeceğimizi bir kez daha hatırlattık.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, 15 Kasım Çarşamba günü TBMM grup toplantımızda; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, dünya ve tarih önünde ilan edilişinin 40’ıncı yıl dönümüne ilişkin; ‘’Bundan, tam 40 yıl önce Kıbrıs’ta; Türk’ün iradesini savunan, Türk’ün varlığını koruyan ve Türk’ün zaferini Cumhuriyetle taçlandıran o şanlı mücadelenin tüm neferlerine, şehitlerine, gazilerine, selam olsun! Allah her birinden razı olsun! Ruhları şad, mekânları cennet olsun!’’ dedi.
KKTC’nin varlığının ve bağımsızlığının stratejik bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bizim için sadece kardeş ülkemiz değil; aynı zamanda Türk Dünyası’nın güney ucundaki yıldızıdır. Lefkoşa da büyük Türk coğrafyasının güneydeki başkentidir. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız ve erkin bir devlet olarak yaşaması için en başta Türk Dünyası’nın süreci samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor. Bu kapsamda Kuzey Kıbrıs’ın Türk Devletler Teşkilatına gözlemci üye olmasını elbette memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak son teşkilat zirvesine davet edilmeyişi dikkatle takip ediyor. Sürecin bir an önce tamamlanması bekliyoruz. Çünkü bugün Türk Dünyası olarak Kuzey Kıbrıs Türklüğüne sahip çıkma vaktidir. Bu birlikteliği dünyaya gösterdiğimiz takdirde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması yolunda ciddi bir atılmış olacaktır.’’ diye konuştu.
Atamızın ebediyete intikalinin 85’inci yılında Diyanet İşleri Başkanlığının Cuma hutbesinde Atamızı anmamasına ilişkin konuşan Genel Başkanımız; ‘’Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen varlığını O’na borçlu bu önemli kurumumuz 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde Ata’mıza bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun! Hâlbuki İslâm kültüründe vefa vardır. Bir insanın, sahip olabileceği en büyük erdemlerden biri vefadır. Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı ve buna göre davranmayı gerektirir. Yüce dinimiz hakkında milletimizi aydınlatmakla görevli bir kurumun sergilediği bu vefasızlığa elbette tahammül gösteremeyiz. Çünkü devletin memuru olan Diyanet mensuplarından Cumhuriyetimizin kurucusuna, saygı beklemek her bir vatandaşımızın en doğal hakkıdır. Nitekim Diyanet’in başındakiler Atatürk’ümüze bir Fatiha’yı çok görseler de 85 milyon Türk milleti olarak biz O’nun aziz hatırasını büyük bir minnetle, hayır dualarla andık. Ayrıca Diyanet’e rağmen Cuma hutbesinde Atatürk’ümüzü rahmetle anan hocalarımız da oldu. Allah her birinden razı olsun. Bu vesileyle Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara, Cumhuriyetimizin, kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara, Türk milletinin Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından rahatsız olanlara hatırlatmak istediğim bir şey var: Eğer ki bugün memleketimizde ezanlar okunuyorsa, eğer ki bugün gökyüzünde şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa, eğer ki bugün; toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa; bunu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz! Ve ne yaparsanız yapın; bu borcu unutturamayacaksınız!
Can Atalay davasıyla ilgili hukuk skandallarının 8 Kasım itibariyle bir anayasa ve devlet krizine dönüşmesine ilişkin konuşan Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Carl Schmitt’in günümüzdeki öğrencileri bir anayasal devlet krizine sebep olan hukuk dışı bir fiili duruma çözüm üretmek yerine, hemen Anayasa değişikliği arayışına girdiler. Yani fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler. Böyle bir zihniyetin Türk devletine, devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz. Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır. Bu ise düpedüz bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden, siyaset üstü olması gereken bir devlet meselesinden siyasi rant devşirmeye çalışmak; en hafif tabiriyle ayıptır. Buradan iktidara seslenmek istiyorum: Yahu muhteremler Anayasa değişikliğini konuşmadan önce mevcut Anayasa’ya uymanız gerekiyor. Siz daha var olan Anayasa’nın hükümlerini yok sayarken neyi, nasıl değiştireceksiniz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir şahsa ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devletidir.’’ dedi.
Yargıtay’dan bir dairenin Anayasa Mahkemesi’ni suçlamasını, aldığı karara uymamasını ve AYM üyelerini hedef göstermesinin ve Meclis’in kurumsal yapısının hedef alınmasının hiçbir koşulda kabul edilemeyeceğinin altını çizen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Bu yüzden biz İYİ Parti olarak ilk günden beri bu anayasal devlet krizinin çözülmesi için çalışıyoruz. Krize sebep olanlar hakkında suç duyurusunda bulunduk. Sayın Erdoğan’a da Cumhurbaşkanlığı unvanının gerekliliklerini anlattık. Kendisine, demokratik ve katılımcı bir süreç çerçevesinde hakemlik yapması gerektiğini hatırlattık. ‘Hatırlattık’ diyorum. Çünkü bu zaten Anayasa’mızda var. Bilmeyenler açıp baksın. Anayasamızın 104’üncü maddesi diyor ki; ‘Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder. Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.’ Yani sayın Erdoğan’a göre Anayasa’nın pek bir kıymeti harbiyesi olmasa da bizim için Anayasa temel kılavuz olduğu için yapıcı siyaset anlayışımız doğrultusunda kendisine bu krizi bertaraf edecek gerekli adımları atması çağrısında bulunduk. Bunu yaparken de Vatandaşlarımızın hukuka ve anayasal düzene dair zaten iyice zayıflamış olan inancının büsbütün ortadan kalkmasının önüne geçmek istedik. Peki bizi dinledi mi? Tartışmaların en başından bu yana baktığımızda maalesef pek de dinlemiş gibi görünmüyor. Ancak biz her şeye rağmen hukuk devletini, ayakta tutmanın gerekliliğini savunuyoruz. Tarihe karşı yükümlülüğümüz, 100 yıllık cumhuriyet birikimimiz ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz bunu gerektiriyor!’’ diye konuştu.
Ekonomi politikalarındaki sözde normalleşmeye rağmen ülkemize hâlâ anlamlı bir para girişi olmayışına ilişkin konuşan Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Sayın Erdoğan ve arkadaşlarına kimse güvenmiyor. Bu kadar açık ve net. Allah aşkına, söyler misiniz? Daha anayasayı tanımayan bir Cumhurbaşkanına kim, nasıl güvensin? Adaletin, hukukun, özgürlüklerin ayaklar altına alındığı bir ortamda kim, nasıl yatırım yapsın? Memleketi her gün, krizden krize koşturan bir yönetime kim, neden parasını versin? İşte bu basiretsizliğin, beceriksizliğin ve ciddiyetsizliğin sonucunda olan yine milletimize oluyor. Olan Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında sadaka verir gibi 5.000 lira ikramiye verdikleri çalışanlar, çalışmayanlar diye Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı olanlar, olmayanlar diye ayrımcılık yaptıkları emeklimize oluyor. Olan en güzel yılları heba edilen gençlerimize oluyor. Olan kendi için çocukları için korkuyla yaşayan kadınlarımıza oluyor. Ezcümle; olan ne Ak Parti’ye ne de besleyip büyüttüğü rant şımarıklarına değil; Türkiye’ye oluyor!’’ dedi.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Türk demokrasinin tıkanan tüm yollarını açmaya ve Türkiye’de önce yerelde, sonra da merkezi yönetimde gerçek bir sıçramayı başlatmaya geliyoruz. 2024 yerel seçimlerine girerken 81 ilde milletimize liyakatli adaylarımız, kadrolarımız ve çözümlerimizle birlikte İYİ Belediyecilik vizyonumuzu da sunuyoruz.’’ diyerek İYİ Parti olarak ortaya koyduğumuz İYİ Belediyecilik vizyonumuzu anlattı.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
‘’İYİ Parti olarak siyaset düzenindeki çürümeye ve yozlaşmaya karşı yalnızca bir seçim süreci bir ittifak tercihinde değil, biz aynı zamanda bir düzen tercihinde de bulunduk. Ve bu düzeni de iki yumruğun birinden yana değil; hür ve müstakil durarak güdümlü medya aparatlarının tarifleriyle değil; öz kimliğimizle, öz kişiliğimizle, öz ilkelerimizle yürüyerek onun bunun ittirmesiyle değil; öz varlığımızla, kantara çıkarak; cesaretle, azimle, kararlılıkla özü başımıza kuracağız! +1’e sıkıştırılıp birilerine kazandırmak yerine; hür ve dik duracak, sadece milletimize kazandıracağız! Birbirinden beslenen kayıkçı siyasetine karşı; milletimize yeni bir tercih yeni bir yol, yeni bir gelecek sunacağız! Millî kimliğimizi yansıtan siyaset anlayışımızla Türkiye’nin Demokratik Millî Yükselişi’ni mutlaka gerçekleştireceğiz! Biz İYİ Parti olarak millet odaklı yeni bir siyasetin temelini atmak, siyasete erdemi geri getirmek istiyoruz! Ülkemizin geleceğinin kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla değil; açık ve şeffaf bir biçimde, milletimizin katılımıyla sandıkta şekillenmesini istiyoruz! Devlet yönetimiyle siyasi çıkarları birbirine karıştıranlara karşı devletle milleti yeniden buluşturmayı istiyoruz! Siyasetimizi de yankı odalarından çıkamayanlarla değil, millete tepeden bakanlarla değil, bizim sırtımızdan meşruiyet devşirmeye kalkanlarla değil; milletimizle omuz omuza yürüyen, hakkı, hakikati dava bilen vatan sevdalılarıyla yapıyoruz! İşte o vatan sevdalıları burada! İlkesiz siyasete karşı dik duran serdengeçtiler burada! Her türlü dayatmaya kafa tutan koca yürekler burada! Engellere, iftiralara, yalanlara göğüs geren cesur insanlar burada! Buradan tüm siyaset simsarlarına sesleniyorum. Biz tek, siz hepiniz! Haydi bakalım, Halep oradaysa arşın da burada!’’
Grup Konuşmasının Tamamı:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Bildiğiniz gibi bugün, 15 Kasım.
Yani, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin,
bağımsızlığını, dünya ve tarih önünde, ilan edilişinin,
40’ıncı yıl dönümü…
Kutlu olsun!
Kıbrıs davamızın, millî kahramanlarına;
Doktor Fazıl Küçük’e, Hala Sultan’a,
Türk Mukavemet Teşkilatı’na, Şehit İlhanlar’a,
selam olsun!
Kıbrıs’ta bağımsızlık yolunu, egemenlik yolunu, Türklük yolunu,
inşa edenlere selam olsun!
Cumhuriyetine, ilk günkü aşkla, şevkle, inançla sahip çıkan,
Kıbrıs Türkü kardeşlerime, selam olsun!
“Kaynaksız bir seliz biz, hiç dinmeden akarız.
Akışımız derindir, sessiz akan sularız…
Yoksa da yağmurumuz, doldursun kaynağımızı;
Çekilen setler, yine kesemez hızımızı…
Uyanırken bu gençlik, önümüzde coşacak;
Hissiz kalan kalbimiz, yaşla dolup akacak;
Bu ateşli yaşlarla, tekrar parlayacağız…
Ta ezelden ün salan, bozkurtlar olacağız!”
diye haykıran, Bozkurt Rauf Denktaş’a selam olsun!
Bundan, tam 40 yıl önce, Kıbrıs’ta;
Türk’ün, iradesini savunan;
Türk’ün, varlığını koruyan;
Ve Türk’ün zaferini, Cumhuriyetle taçlandıran;
O şanlı mücadelenin, tüm neferlerine, şehitlerine, gazilerine, selam olsun!
Allah her birinden razı olsun!
Ruhları şad, mekânları cennet olsun!
Değerli dava arkadaşlarım;
Bugün, bölgemizde yaşanan gelişmeleri, dikkate aldığımızda;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, varlığının ve bağımsızlığının;
nasıl da stratejik bir öneme sahip olduğunu,
bir kere daha görüyoruz.
Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Ortadoğu’da,
ve hatta, Kuzey Afrika’da olup bitenleri;
çok iyi okumak, çok iyi anlamak durumundayız.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bizim için, sadece kardeş ülkemiz değil;
aynı zamanda, Türk Dünyası’nın güney ucundaki yıldızıdır.
Lefkoşa da, büyük Türk coğrafyasının, güneydeki başkentidir.
Dolayısıyla;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin,
bağımsız ve erkin bir devlet olarak yaşaması için;
en başta Türk dünyasının, süreci, samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor.
Bu kapsamda;
Kuzey Kıbrıs’ın, Türk Devletler Teşkilatına,
gözlemci üye olmasını, elbette memnuniyetle karşılıyoruz.
Ancak, son teşkilat zirvesine, davet edilmeyişi, dikkatle takip ediyor;
sürecin, bir an önce tamamlanması bekliyoruz.
Çünkü bugün;
Türk dünyası olarak, Kuzey Kıbrıs Türklüğüne, sahip çıkma vaktidir.
Bu birlikteliği, dünyaya gösterdiğimiz takdirde;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, tanınması yolunda,
ciddi bir atılmış olacaktır.
Bu vesileyle;
Buradan, Türk Milleti’nin meclisinden;
bir kez daha, Kuzey Kıbrıs Türk halkına,
sevgi ve selamlarımızı gönderiyorum.
40 yıldır, Cumhuriyet güneşiyle parlayan, yavru vatanımızdaki,
her bir kardeşimin yaşadığı, haklı gururu, yürekten paylaşıyor;
Cumhuriyet Bayramlarını, bir kez daha kutluyorum.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki;
Dün olduğu gibi, bugün de, yarın da;
Cumhuriyet, ilelebet payidar kalacak!
Dün olduğu gibi, bugün de, yarın da;
Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacak!
Aziz milletim;
Gazi Mustafa Kemal Atatürkümüz der ki:
“Ben her şeyden önce, bir Türk milliyetçisiyim.
Böyle doğdum. Böyle öleceğim.
Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına, inancım vardır.
Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya, onun rüyaları içinde kapayacağım.
Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum.”
Geçtiğimiz hafta;
Atamızın ebediyete intikalinin, 85’inci yılıydı.
85 milyon Türk milleti olarak;
Onun gösterdiği ufka varma vazifemizi, bir kez daha hatırladık.
Onun büyük vizyonunu, bir kez daha anladık.
Ve aziz hatırasını, bir kez daha andık…
Ancak maalesef;
biz milletçe, aynı duygularda buluşurken;
bu duyguları, paylaşmayanlar da vardı…
Ayrık otları, istikbal zararlıları, ahlak yoksunları da vardı…
Atamızın vizyonuna, Cumhuriyetimizin değerlerine,
düşmanlıktan beslenen, kirli zihniyetler de vardı…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, anmaktan gocunanlar;
O’na, bir hayır duayı bile çok gören,
şuursuzlar da vardı…
Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde,
Atatürkümüz tarafından kurulmuştur.
Ama buna rağmen;
varlığını O’na borçlu, bu önemli kurumumuz;
10 Kasım’daki, Cuma hutbesinde,
Atamıza, bir Fatiha’yı bile çok gördü.
Yazıklar olsun!
Hâlbuki İslâm kültüründe, vefa vardır.
Bir insanın, sahip olabileceği, en büyük erdemlerden biri, vefadır.
Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı,
ve buna göre davranmayı gerektirir.
Yüce dinimiz hakkında, milletimizi aydınlatmakla görevli bir kurumun,
sergilediği bu vefasızlığa, elbette tahammül gösteremeyiz.
Çünkü;
Devletin memuru olan, Diyanet mensuplarından;
Cumhuriyetimizin kurucusuna, saygı beklemek;
her bir vatandaşımızın, en doğal hakkıdır.
Nitekim;
Diyanet’in başındakiler;
Atatürkümüze, bir Fatiha’yı çok görseler de;
85 milyon Türk milleti olarak biz;
O’nun aziz hatırasını, büyük bir minnetle, hayır dualarla andık.
Ayrıca;
Diyanet’e rağmen, Cuma hutbesinde,
Atatürkümüzü rahmetle anan, hocalarımız da oldu.
Allah her birinden razı olsun.
Bu vesileyle;
Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara;
Cumhuriyetimizin, kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara;
Türk milletinin, Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından, rahatsız olanlara;
hatırlatmak istediğim bir şey var:
Eğer ki bugün, memleketimizde, ezanlar okunuyorsa;
Eğer ki bugün, gökyüzünde, şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa;
Eğer ki bugün, toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa;
bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz!
Ve, ne yaparsanız yapın;
Bu borcu unutturamayacaksınız!
Atatürkümüzle, Cumhuriyetimizle olan,
derin sevgi, saygı ve vefa bağımıza,
asla zarar veremeyeceksiniz!
Ne yaparsanız yapın!
Biz her daim;
Kıskançlıktan, düşmanlıktan, vicdansızlıktan beslenenlerle;
Cumhuriyet’i, “reklam arası” görenlerle;
100 yıllık bir tarihi, “cinayet ve zulüm” diye tarifleyenlerle;
Atamıza, bir hayır duayı bile, çok görenlerle;
10 Kasım’da, O’nu anmak yerine;
14 Kasım’da, Meclis kürsüsünden, cumhuriyet düşmanlarını ananlarla;
Cumhuriyet karşıtlığına, yüce dinimizi alet edenlerle;
Millet düşmanlığına, demokrasiyi paravan edenlerle;
mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz!
Bunu da böyle bilesiniz!
Aziz milletim;
Ak Parti iktidarının, neden olduğu krizler silsilesinden, son olarak;
anayasa ve hukuk düzeninin de, payını aldığını görüyoruz…
Zaten uzun bir zamandır, hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine,
güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla,
çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk…
Biliyorsunuz önce;
“Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor.” dendi;
sistem değiştirildi.
Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vasıfları, teker teker çökertildi.
Devlet geleneklerimiz, harap edildi.
Bugün geldiğimiz noktada ise;
iktidarın gözü, yine hukuka dikildi…
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, uzunca bir zamandır,
hukuktan şikâyetçi…
Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında;
Parka inşaat yapılmasını reddeden, Koruma Kurulu’na,
Başbakan sıfatıyla; “Reddi reddederiz.” diyerek,
karşı çıkan kendisiydi.
Cumhurbaşkanı sıfatıyla;
“Anayasa mahkemesinin, kararına uymuyor,
saygı da duymuyorum.” diyen de kendisiydi.
Twitter’a getirilen, erişim engelinin,
ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen,
Anayasa Mahkemesi kararına,
“Gayri millî karar.” diyerek karşı çıkanlar da;
yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı….
Her fırsatta, hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren, bu zihniyetin;
biriktirdiği garabetler dizisinin, sonucunu da;
nitekim, geçtiğimiz hafta yaşadık…
Can Atalay davasıyla ilgili, hukuk skandalları;
8 Kasım itibariyle;
artık bir anayasa krizine, bir devlet krizine dönüştü.
Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, tıpkı Sayın Erdoğan gibi;
“Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum;
saygı da duymuyorum.” Dedi.
Üstüne de, el yükseltip;
hak ihlali kararı veren, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında,
suç duyurusunda bulundu.
Hatta, o da yetmedi;
Hızını alamayıp, millet iradesinin tecelligâhı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de, sopa gösterdi.
Bu hukuksuzluk karşısında,
iktidar tarafından yapılan, ilk yorum ise;
kararın, “millîliği” üzerine oldu…
Değerli dava arkadaşlarım;
Gelin, bir hukuk tarihi yolculuğuna çıkalım…
Dönemin, ünlü Alman anayasa hukukçusu, Carl Schimitt’e göre;
güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler;
sadece teferruattan ibarettir.
Yasama, yürütme ve yargı erkleri;
Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla,
Hitler’in, karar ve emirlerine bağlıdır.
Bu yetki ise, geçerliliğini hukuktan değil;
fiili durumun, kendisinden alır.
Yani, Carl Schmitt’e göre hukuk;
fiili durum, gerçekleştikten sonra,
onu, yasal hale getirmek için, gerekli olan,
bir aparattan ibarettir.
Nitekim;
Nazi hukukunun, de-facto işleyişinde;
kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil,
sonradan yasa aracılığıyla, meşru ve dokunulmaz kılınmıştır.
Bu anlayışa göre;
Hakimiyet milletin değil;
Hakimiyet Hitler’indir.
Hukuk üstün değildir;
Führer üstündür.
Yargıç, bağımsız olamaz;
Sadece, liderin emirlerinin, uygulayıcısı olur.
Dolayısıyla yargı;
herkes için, adaleti tecelli ettiren değil;
iktidarın, gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini,
yasallaştırma organıdır.
Şimdi gelelim günümüze…
Bu tablo, size de tanıdık geldi mi?
Belli ki, bazı saray sakinleri,
ilhamını, Carl Schmitt’ten almış…
Nitekim, tam da bu yüzden;
Carl Schmitt’in, günümüzdeki öğrencileri;
bir anayasal devlet krizine sebep olan,
hukuk dışı bir fiili duruma, çözüm üretmek yerine,
hemen, Anayasa değişikliği arayışına girdiler.
Yani, fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler.
Böyle bir zihniyetin Türk devletine; devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz.
Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır.
Böylesine vahim bir krizden;
siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden;
siyasi rant devşirmeye çalışmak;
en hafif tabiriyle, ayıptır.
Buradan iktidara seslenmek istiyorum:
Yahu muhteremler;
Anayasa değişikliğini konuşmadan önce;
mevcut Anayasa’ya, uymanız gerekiyor.
Siz daha, var olan Anayasa’nın, hükümlerini yok sayarken;
neyi, nasıl değiştireceksiniz?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti;
bir şahsa, ya da zümreye ait değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti;
bir hukuk devletidir.
Kimlerin, hangi haklara, hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği;
Kimlerin, neyi yapıp, neyi yapamayacağı;
peşinen, kurallarla belirlenmiştir.
Bu kurallar işlerse, hukuk devleti vardır.
Onun için de;
hukuk devletinde, keyfine göre kuralların dışına çıkacak,
bir fert, zümre veya organ yoktur, olamaz.
Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk milletinindir.
Milletimiz, bu egemenlik hakkını, yetkili organlar eliyle kullanır.
Hiçbir organ, veya hiçbir kişi de;
kaynağını Anayasa’dan almayan, bir devlet yetkisi kullanamaz.
Bu çok açık ve nettir!
Anayasamızın getirdiği, devlet nizamı;
birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır.
Bu mekanizmaların, herhangi biri işlemezse, nizam aksar.
İşte bu yüzden;
Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin oluşturduğu,
hukuk dışı fiili durum, devlet nizamını aksatmış,
ve bir anayasal devlet krizine, neden olmuştur.
Halbuki;
Anayasa Mahkemesi kararları kesindir.
Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar.
Herkes uymak zorundadır.
Nitekim;
Anayasa’nın 158’inci maddesinin, son fıkrası, aynen şöyledir:
“Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında,
Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.”
Dolayısıyla, siz hâlâ, neyi tartışıyorsunuz?
“Yargısal aktivizm” diyerek,
neyi meşru kılmaya çalışıyorsunuz?
Aziz milletim;
Mahkemelerin aldığı kararlar, elbette siyasi düzlemde,
demokratik metotlarla eleştirilebilir.
Hatta kararlara, tepki de gösterilebilir.
Nitekim, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin,
anayasaya yönelik saldırısının, hemen öncesinde;
Aynı Anayasa Mahkemesi;
yine, dönemin Almanya’sından, esintiler barındıran,
“Dezenformasyonla mücadele” yasasıyla gündeme gelen;
“halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun,
ve bu suça, hapis öngören düzenlemenin,
iptalini reddetmişti.
Biz de, bu kararı eleştirdik.
Bu eleştirinin, haklı olduğunu da düşünüyoruz.
Ama çıkıp da;
“Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır.” demeyiz.
Yargıtay’dan, bir dairenin;
Anayasa Mahkemesi’ni, bundan ötürü suçlamasını;
aldığı karara uymamasını;
ve AYM üyelerini hedef göstermesini;
hiçbir koşulda kabul etmeyiz.
Hele ki;
Gazi Meclisimizin, kurumsal yapısının,
aynı Yargıtay dairesi tarafından, hedef alınmasına,
göz yummayız.
Nereye hizmet ettiği, belli olmayan odakların,
millet iradesini hedef almasına da,
asla izin vermeyiz.
İşte bu yüzden biz, İYİ Parti olarak, ilk günden beri;
bu anayasal devlet krizinin, çözülmesi için çalışıyoruz.
Krize sebep olanlar hakkında, suç duyurusunda bulunduk.
Sayın Erdoğan’a da, Cumhurbaşkanlığı unvanının, gerekliliklerini anlattık.
Kendisine, demokratik ve katılımcı bir süreç çerçevesinde,
hakemlik yapması gerektiğini hatırlattık.
“Hatırlattık” diyorum;
çünkü bu zaten, Anayasamızda var.
Bilmeyenler, açıp baksın:
Anayasamızın, 104’üncü maddesi diyor ki;
“Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır.
Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyeti'ni,
ve Türk Milleti'nin birliğini, temsil eder.
Anayasanın uygulanmasını;
devlet organlarının, düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.”
Yani;
Sayın Erdoğan’a göre,
Anayasa’nın, pek bir kıymeti harbiyesi olmasa da;
bizim için Anayasa, temel kılavuz olduğu için;
yapıcı siyaset anlayışımız doğrultusunda, kendisine;
bu krizi bertaraf edecek, gerekli adımları atması,
çağrısında bulunduk.
Bunu yaparken de;
Vatandaşlarımızın, hukuka ve anayasal düzene dair,
zaten iyice zayıflamış olan inancının,
büsbütün ortadan kalkmasının, önüne geçmek istedik.
Peki bizi dinledi mi?
Tartışmaların en başından, bu yana baktığımızda,
maalesef, pek de dinlemiş gibi görünmüyor.
Ancak biz, her şeye rağmen,
hukuk devletini, ayakta tutmanın, gerekliliğini savunuyoruz.
Tarihe karşı yükümlülüğümüz;
100 yıllık cumhuriyet birikimimiz;
Ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz, bunu gerektiriyor!
Sened-i İttifak’tan, Kanun-ı Esasi’ye,
23 Nisan’dan, 29 Ekime kadar
her koşulda çelik gibi duran, Türk milletinin iradesi,
bu gidişatı hak etmiyor!
Biz, bu ülkeye, bu aziz millete,
ve onun temel değeri olan, anayasamıza,
her koşulda, sonuna kadar sahip çıkacağız.
Hukuku, bir hesaplaşma aygıtına, dönüştürmeye çalışanlara,
geçit vermeyeceğiz.
Sarayda gezen, Carl Schmitt hayaletlerinin, karşısında;
her daim, dimdik duracağız!
Ürettikleri, ne idüğü belirsiz, propaganda kavramları üzerinden;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı,
bir kutuplaştırma aracına, indirgemeye çalışanların;
adaleti, Saray’a kapıkulu yapmasına,
asla izin vermeyeceğiz!
Şunu da herkes çok iyi bilsin ki;
Anayasa Mahkemesi üyelerimiz, sahipsiz değildir.
Her ne olursa olsun,
Türk Milleti’nin vicdanı, hakkın ve hukukun yanındadır.
Tüm yollar kesilse bile;
Türk Milleti’nin sinesine giden bir yol,
her zaman vardır!
Değerli dava arkadaşlarım;
Ak Parti iktidarı;
yıllardır, kendi elleriyle mahvettikleri, ekonomimizi;
birkaç isim değişikliğiyle, toparlayabileceğini zannetti.
Birkaç yurt dışı ziyareti yapıp, para arayarak,
her şeyi düzeltebileceğini sandı.
Hemen, her konuda olduğu gibi;
ekonomide de, çözümü;
tüm sorunları, halının altına süpürmekte aradı.
Ancak maalesef;
Faizleri yükseltip, para politikasını, biraz normalleştirmek;
piyasaları, bir süreliğine sakinleştirse de;
hızlı faiz artışları, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı,
ezmekten başka bir işe yaramadı…
Yaz aylarında başlayan, zam furyası;
hâlâ devam ediyor…
Seçimlerden, bugüne kadar geçen, 5 aylık enflasyon,
yüzde 30 oldu…
Et, süt, peynir gibi, temel gıda ürünleri bile;
artık bir lükse dönüştü…
Soğuk kış ayları, yeni yeni başlarken;
vatandaşlarımız endişeyle, nasıl ısınacağını düşünüyor…
Ülkemizin içine düşürüldüğü, bu vahim tabloda,
Ak Parti iktidarının, her bir mensubunun,
farklı ölçüde sorumluluğu var:
Hudutlarımızı, kevgire çeviren de sorumlu;
adaleti yok eden de…
Eğitim sistemini, kalitesizleştiren de sorumlu;
yolsuzluğa yol veren de…
Ülkemizi, mafya cennetine çeviren de sorumlu;
liyakatsizliği sıradanlaştıran da…
Sorumlu çok!
Ama sorumluluk alan yok!
Yüzü kızaran, utanan, sıkılan yok!
Ülkemizin yedek akçesini harcadılar…
Fabrikalarımızı, tesislerimizi sattılar…
Rezervlerimizi eksiye düşürdüler…
Ama milletin karşısına çıkıp, bir hesap bile vermediler.
Abuk sabuk, suni gündemlerle, Türkiye’yi oyaladılar;
sandıktaki hesaptan, sıyrılmayı başardılar.
Ama artık, kaçacak yerleri kalmadı.
Şimdi de bu yüzden, kapı kapı dolaşıp para arıyorlar.
Ama bulamıyorlar.
Ekonomi politikalarındaki, sözüm ona normalleşmeye rağmen;
ülkemize hâlâ, anlamlı bir para girişi olmadı.
Peki neden olmadı biliyor musunuz?
Çünkü;
Sayın Erdoğan ve arkadaşlarına, kimse güvenmiyor.
Bu kadar açık ve net.
Allah aşkına, söyler misiniz?
Daha anayasayı tanımayan bir Cumhurbaşkanına,
kim, nasıl güvensin?
Adaletin, hukukun, özgürlüklerin,
ayaklar altına alındığı bir ortamda,
kim, nasıl yatırım yapsın?
Memleketi, her gün, krizden krize koşturan bir yönetime,
kim, neden parasını versin?
İşte bu basiretsizliğin, beceriksizliğin ve ciddiyetsizliğin sonucunda;
olan yine, milletimize oluyor…
Olan;
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında,
sadaka verir gibi, 5000 lira ikramiye verdikleri;
çalışanlar, çalışmayanlar diye;
Çiftçi Kayıt Sşistemine kayıtlı olanlar, olmayanlar diye, ayrımcılık yaptıkları,
emeklimize oluyor.
Olan;
en güzel yılları heba edilen, gençlerimize oluyor.
Olan;
kendi için, çocukları için, korkuyla yaşayan, kadınlarımıza oluyor.
Ez cümle;
Olan;
ne Ak Parti’ye, ne de besleyip büyüttüğü rant şımarıklarına değil;
Türkiye’ye oluyor!
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidar, yerel seçim gündemini, saptırmak için;
yine hamasete, dedikoduya, suni gündemlere sarılsa da;
biz, İYİ Parti olarak, önümüzdeki seçimlerde;
milletimizin, dert ve taleplerinin,
görmezden gelinmesine, izin vermeyeceğiz.
Milletimiz, son 21 yılda;
Sözde gönül, özde ihanet belediyeciliğine dayanan,
Ak Parti’nin, yerel yönetim anlayışından, çok çekti…
Belediyeleri, rant kapısından ibaret gören bu anlayış;
zaman içerisinde;
bir yandan;
yerel kaynaklarımızı, har vurup, harman savururken;
diğer yandan da;
hakkıyla yapılan, bir yerel yönetim rekabetinin de,
yollarını tıkadı.
Ve geldiğimiz noktada;
ceket siyaseti, hizmet siyasetinin, yerini aldı.
Şucu bucu edebiyatı, milletin taleplerinin önüne geçti.
Rekabetsizliğin getirdiği vasatlığın, kaybedeni de,
doğal olarak, milletimiz oldu.
Belediyeleri, idari ve mali açıdan güçsüz bırakarak;
yerel hizmetlerde aksamaya,
kamusal kaynakların, boşa harcanmasına,
yönetimde liyakatsizliğe, kayırmacılığa,
gizliliğe ve yozlaşmaya neden oldular.
Can güvenliğinden, hizmetten ve kaliteden önce;
nüfuz ticaretine, ranta, ve paraya odaklı,
milletten kopuk bir belediyecilik anlayışı inşa ettiler.
Yönetimde, yerel sorunlara ilgi azaldı.
Siyasal temsildeki adaletsizlik, giderek büyüdü.
Bankamatik memurları çoğalırken;
Milletimiz, karar alma ve uygulama süreçlerinden, daha çok dışlandı.
Ve tabii ki, yerel demokrasi de, giderek zayıfladı.
İşte bu tablo karşısında, biz, İYİ Parti olarak;
Türk demokrasinin, tıkanan tüm yollarını açmaya;
Ve Türkiye’de, önce yerelde, sonra da merkezi yönetimde,
gerçek bir sıçramayı, başlatmaya geliyoruz.
2024 yerel seçimlerine girerken;
81 ilde, milletimize,
liyakatli adaylarımız, kadrolarımız, ve çözümlerimizle birlikte;
İYİ Belediyecilik vizyonumuzu da sunuyoruz.
Aziz milletim;
İYİ Parti olarak ortaya koyduğumuz, İYİ Belediyecilik vizyonuyla;
İlk hedefimiz;
demokrasi ve yönetişim kentleri inşa etmek olacak.
Kazandığımız tüm şehirlerimizi,
katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla yöneteceğiz.
Belediyelerin, stratejik plan hazırlama süreçlerinde,
çok paydaşlı bir yaklaşımı, hayata geçireceğiz.
Belediyelerdeki hizmet süreçlerinin, iyileştirilmesi için;
kurumsal hiyerarşiyi, yeniden yapılandıracağız.
Kent Konseylerinin, idari ve mali kapasitesini artırıp;
proje üretmeleri ve hizmetlere destek sağlamaları için, teşvik edeceğiz.
E-belediyecilik uygulamalarının,
teknoloji altyapılarını geliştirip;
tüm hizmet alanlarını, kapsayacak şekilde genişleteceğiz.
Belediye meclislerinde, kadın meclis üyelerinin,
daha fazla temsil edilmesini sağlayacağız.
Vatandaşlarımızın, belediyelerin,
karar alma, uygulama ve denetim süreçlerine, katılımını arttıracağız.
Mahalle yönetimlerini,
yönetime katılım sürecinin, temel aracı olarak gördüğümüzden;
mahalle ölçeğinde, “semt meclisleri” oluşturacağız.
İkinci hedefimiz;
Güçlü ekonomi kentleri inşa etmek olacak.
Yani, yönettiğimiz tüm şehirlerde;
çevreye duyarlı, sürdürülebilir kentleşme,
ve yeşil kalkınma politikaları uygulayacağız.
Yerel ekonominin güçlenmesinde,
sosyal hayatın, kültürün ve tarihsel mirasımızın,
yaptığı katkının, geliştirilmesi amacıyla;
ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla, işbirlikleri geliştireceğiz.
İstihdam oluşturan projeleri ve faaliyetleri,
her adımda destekleyeceğiz.
Kadınların, ekonomik hayata etkin katılımı, öncelikli olmak üzere;
işveren ve iş arayanlar arasında, köprü olacak,
istihdam ofisleri oluşturacağız.
“Kentsel Turizm Ekonomisini” güçlendirecek,
ve fevkalade önem verdiğimiz tarımda,
büyümeyi yerelden başlatmak için;
“Tarım Kent Modelimizi” devreye alacağız.
Üçüncü hedefimiz;
Yerel kimlik odaklı kentler inşa etmek olacak.
Bu doğrultuda öncelikle;
ülkemizdeki sığınmacı istilasına karşı, etkin mücadele edeceğiz.
Sığınmacılara, kira ve mülk satışına izin vermeyecek,
kayıt dışı istihdamın, önüne geçeceğiz.
“Yabancı Göçle Kentsel Mücadele” Projemizi başlatacak;
bu kapsamda, yabancı göçe karşı,
milletimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla,
ve ilgili diğer kurumlarla, eş güdümlü çalışacağız.
Yönettiğimiz belediyelerde,
“Yabancı Göç Masaları” kuracak;
ikametgâh, kent içi hareket, kalabalıklaşma maliyeti, sağlık ve güvenlik gibi konularda,
düzenli raporlama yapılmasını sağlayacağız.
Kent kimliğini ve kültürünü korumak ve geliştirmek amacıyla;
“Kendine ve Kentine Dostluk” projemizi,
hayata geçireceğiz.
Dördüncü hedefimiz;
Depreme ve afetlere karşı, dirençli kentler inşa etmek olacak.
Bu kapsamda;
Müşterisi belli olan, rantsal dönüşüm uygulamalarına, derhâl son vereceğiz.
Deprem ve doğal afet riskinin, düşük olduğu yerleşim alanlarını,
çekim merkezi konuma getirecek;
yeni kent planları ve projeler hazırlayacağız.
Deprem ve doğal afet riskinin, yüksek olduğu yerleşim alanlarındaysa;
yapı stoğunun, ulaşımın ve nüfusun azaltılıp;
yeşil alanların genişletilmesi, önceliğimiz olacak.
Ayrıca;
Sanayi tesisleri ve organize sanayi bölgelerinin de,
afet riski düşük olan bölgelere taşınmasını sağlayacağız.
Beşinci hedefimiz;
İnsan ve çevre odaklı, yaşanabilir şehirler inşa etmek olacak.
Sürdürülebilir bir çevre yönetimi için,
alt yapı hizmetlerinde, iyileştirme ve modernizasyona gideceğiz.
Şehir suyu sağlama ve iyileştirme yatırımlarını artıracağız.
Musluk sularını, içilebilir kaliteye getireceğiz.
Su ve kanalizasyon şebekelerinin,
yenileme ve iyileştirme hizmetlerine hız vereceğiz.
“Yürüyen Kentler” projemizi hayat geçirerek;
özellikle kent merkezlerinde, yaya yollarının genişletecek;
ve buraların işgal edilmesine, izin vermeyeceğiz.
İYİ Belediyecilik vizyonumuzdaki, altıncı hedefimiz;
Sosyal adalet ve eşitlik kentleri inşa etmek olacak.
Yani, yönettiğimiz tüm şehirlerde;
yoksulluk ve yoksunlukla, esaslı bir mücadele vereceğiz.
Belediyelerimizde, gıda ve giyim eşyası bankacılığı uygulamalarını, yaygınlaştıracağız.
Sürdürülebilir istihdam programlarımızla,
hiçbir insanımızı, derin yoksulluğa mahkûm etmeyeceğiz.
Ayrıca;
Barınma kriziyle, karşı karşıya bırakılan öğrencilerimize;
erişilebilir, güvenli ve sağlıklı yurt imkanları sunacağız.
Yedinci hedefimiz;
Sürdürülebilir ulaşım kentleri inşa etmek olacak.
Şehirlerimizin ulaşım sistemlerini;
büyüme, nüfus artışı, ve imar planlarıyla uyumlu olarak;
uzun vadeli bir vizyonla, yeniden tasarlayacağız.
İYİ Parti belediyelerinde, ulaşım,
vatandaşlarımız için, artık bir çile ve stres kaynağı olmayacak.
Sekizinci hedefimiz;
Kültür ve sanat kentleri inşa etmek olacak.
Yani yönettiğimiz tüm şehirleri,
kültür ve sanatın, üretim merkezleri yapacağız.
Gençlerimizin, sosyal ve kültürel gelişime katkı sağlayacak;
konser, tiyatro, sergi, panel, konferans gibi etkinlikleri,
her ay gerçekleştireceğiz.
Ayrıca;
Kültürel faaliyetler yürüten kurumları destekleyeceğiz.
Amatör sanatçılarımıza, yer, ekipman ve tanıtım desteği vereceğiz.
Belediyelerimizde her yıl, gençlik festivalleri düzenleyeceğiz.
Yaz aylarında, mahallelerde kuracağımız, “cep sahneleriyle”;
sanatsal etkinlikleri, vatandaşlarımızın, ayağına getireceğiz.
Şehirlerimizdeki tüm açık hava mekanlarını,
sanat ve kültür sahneleri olarak kullanacağız.
Onuncu hedefimiz;
Canlı dostu kentler inşa etmek olacak.
Yani yönettiğimiz tüm şehirleri,
sevimli dostlarımız için de, yaşanabilir kılacağız.
Belediyelerin, barınak facialarıyla anılmasına, son vereceğiz.
Hayvan barınaklarını,
hayvan konuk evlerine dönüştürecek;
hizmet kalitesi bakımından, modernize edip,
sayılarını da artıracağız.
On birinci ve son hedefimiz ise;
Öğrenen kentler inşa etmek olacak.
Bilgiyi sadece tüketen değil, üreten ve paylaşan kentler oluşturacağız.
Yönettiğimiz tüm şehirlerde;
“Öğrenen Kent” anlayışıyla kuracağımız, Kent Akademilerinde;
kamusal fayda sağlayacak her alanda;
toplumun her kesiminden insanlarımıza;
geniş bir yelpazede, eğitim programları sunacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Şunu hiçbir zaman unutmayın ki;
Bizim esas hedefimiz, öncekilerden daha iyi olmak değil;
Milletimizin, şimdiye kadar mahrum bırakıldığı,
büyük bir vizyonu, hayata geçirmektir.
Biliyorum ki, işimiz zor.
Biliyorum ki, sıkışmamızı, tökezlememizi, düşmemizi bekleyen çok.
Biliyorum ki, çizdiğimiz rotadan, rahatsız olmayan yok.
Ama;
Tüm bunların, cesurlar hareketinin hiçbir ferdine,
engel olamayacağını da, çok iyi biliyorum!
Partimizin üzerinde tasarlanan tüm oyunları;
birer birer bozacağımızı da, çok iyi biliyorum!
Emeğimize, halel getirme gayretinde olanların;
tüm planlarını, suya düşüreceğimizi de, çok iyi biliyorum!
İYİ Parti’ye, istikamet çizmeye kalkanlara;
Linçle, mobingle, namertlikle,
bizi, yolumuzdan döndürmek isteyenlere;
geçit vermeyeceğimizi de, çok iyi biliyorum!
Ve nihayetinde;
Allah’ın izni, aziz milletimizin de teveccühüyle;
İYİ Parti’mizin, Türkiye’de, yepyeni bir siyaseti, mümkün kılacağına,
yürekten inanıyorum!
Türkiye’nin, İYİ ve cesur evlatları!
İYİ Parti olarak;
siyaset düzenindeki, çürümeye ve yozlaşmaya karşı;
yalnızca bir seçim süreci, bir ittifak tercihinde değil;
biz, aynı zamanda, bir düzen tercihinde de bulunduk.
Ve bu düzeni de;
İki yumruğun, birinden yana değil;
hür ve müstakil durarak;
Güdümlü medya aparatlarının tarifleriyle değil;
öz kimliğimizle, öz kişiliğimizle, öz ilkelerimizle yürüyerek;
Onun bunun ittirmesiyle değil;
öz varlığımızla, kantara çıkarak;
cesaretle, azimle, kararlılıkla;
özü başımıza kuracağız!
+1’e sıkıştırılıp, birilerine kazandırmak yerine;
Hür ve dik duracak, sadece milletimize kazandıracağız!
Birbirinden beslenen, kayıkçı siyasetine karşı;
milletimize, yeni bir tercih, yeni bir yol, yeni bir gelecek sunacağız!
Millî kimliğimizi yansıtan siyaset anlayışımızla;
Türkiye’nin Demokratik Millî Yükselişi’ni, mutlaka gerçekleştireceğiz!
Biz, İYİ Parti olarak;
millet odaklı yeni bir siyasetin, temelini atmak;
siyasete erdemi, geri getirmek istiyoruz!
Ülkemizin geleceğinin;
kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla değil;
açık ve şeffaf bir biçimde, milletimizin katılımıyla;
sandıkta şekillenmesini istiyoruz!
Devlet yönetimiyle, siyasi çıkarları birbirine karıştıranlara karşı;
Devletle milleti, yeniden buluşturmayı istiyoruz!
Siyasetimizi de;
Yankı odalarından çıkamayanlarla değil;
Millete tepeden bakanlarla değil;
Bizim sırtımızdan, meşruiyet devşirmeye kalkanlarla değil;
milletimizle omuz omuza yürüyen;
hakkı, hakikati dava bilen;
vatan sevdalılarıyla yapıyoruz!
İşte o vatan sevdalıları burada!
İlkesiz siyasete karşı, dik duran serdengeçtiler burada!
Her türlü dayatmaya kafa tutan, koca yürekler burada!
Engellere, iftiralara, yalanlara göğüs geren, cesur insanlar burada!
Buradan, tüm siyaset simsarlarına sesleniyorum:
Biz tek, siz hepiniz!
Haydi bakalım;
Halep oradaysa, arşın da burada!
Bu çetin mücadelemizde, Yüce Allah yardımcımız olsun.
Millet yolunda bizi utandırmasın.
Gazamız mübarek olsun.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.